Türk Eczacıları Birliği Başkanı Ecz.Erdoğan Çolak’ın, 38.Olağan Büyük Kongre Açılış Konuşması:

Sayın Milletvekilleri,
Siyasal Partilerimizin, Meslek Örgütlerimizin ve Sivil Toplum Kuruluşlarımızın Değerli Temsilcileri,
Eczacılık Fakültelerimizin Değerli Dekanları,
Değerli Bürokratlar,
Eczacı Odalarımızın Değerli Başkan ve Yöneticileri,
Değerli Delegelerimiz,
Sevgili Meslektaşlarım,
Türk Eczacıları Birliği’nin ve Kongremizi izleyen, basınımızın çok değerli emekçileri

Sizleri 55 yıllık tarihi boyunca tüm eczacıların ortak ihtiyaç ve taleplerini karşılayarak meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, eczacılık mesleğinin gelişimini sağlamak amacıyla hareket etmiş, halk sağlığını her şeyin üstünde tutan bir çizgiyi temel almış, halkın ilaca ve sağlığa erişiminin en temel insan haklarından biri olduğundan hareketle herkesin ilaç ve sağlık hizmetlerinden eşit bir biçimde yararlanması için mücadele etmiş, Türkiye’nin demokratikleşmesi, herkesin demokratik bir zeminde politika üretebilmesi ve insan onuruna yaraşan biçimde yaşamını sürdürebilmesinin savunucusu olmuş olan meslek örgütümüz Türk Eczacıları Birliği adına saygı, sevgi, dostluk ve dayanışma duygularımla selamlıyorum. 38. Büyük Olağan Kongremize hepiniz hoş geldiniz. Dört gün sürecek olan Kongremizin, ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesine, sağlıklı bir geleceğin inşasına ve mesleğimizin sadece bugün içinde bulunduğu sorunlarına değil aynı zamanda yarınlarına ilişkin hedefler belirlemesi, çözümler üretebilmesi dilekleriyle Kongremizi açıyorum.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Hepinizin bildiği gibi yakın bir tarihte, 23 Ekim’de ülkemizde hepimizi çok üzen büyük bir felaket yaşandı, yaşanmaya devam ediyor.

Doğada olunca yeni vadiler, yeni pınarlar, yeni şelaleler, göller oluşturan deprem; dengesini bozduğumuz, kirletip tükettiğimiz karşısındaki tüm acizliğimize karşı ona kafa tuttuğumuz doğal olmayan bir düzen ve düzlemde acılar, feryatlar, ağıtlar, ölümler, yetimler, öksüzler yaratıyor. İstiridye kabuğundan binaların, kerpiçten yoksulluğun olduğu, buna karşın hizmete adil erişim olmadığı zaman afet de değil, felakete dönüşüyorlar. 600’ün üzerinde yurttaşımızın yaşamını yitirdiği deprem karşısında insanlıktan nasibini almamış kimi ırkçı yorumlar bir kenara bırakılacak olunursa, toplumun dayanışma için seferber olması hiç olmazsa bir felaket karşısında kardeş olmayı becerebildiğimizi göstermesi açısından sevindiriciydi. Umarım kardeşliğimizi ve kardeşin kardeşe olduğu kadar her birimizin bir diğerine ihtiyacının olduğunu bir daha unutmayız ve bunu bize hatırlatmak için yeni depremlere gerek kalmaz.

Bu çarpık sistemin ahbap çavuş ilişkileri, müdürüm bizi idare ederleri, bizim mühendis bey şunu da görmeyiverirleri, her şeyi kitabına uygun yapsa bu adam parayı nerden kazanacakları bugün hep beraber söylediğimiz acılı şarkıların sol anahtarıdır. Her şeyin günü kurtarmaktan ibaret sayıldığı, aklın, kolektif iradenin, bilimin tümüyle geçersiz ve işlevsiz kılınmaya, insani erdemlerin köreltilmeye, toplumsal dayanışma ve paylaşım duygusunun ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir dönemde deprem, sadece doğa olaylarının yol açtığı bir felaket ya da takdir-i ilahi olarak açıklanamaz. Toplumsal ihtiyaçlar ve sağlıklı yaşam standartları temel alınarak değil, kâr peşinde koşan belli kesimlerin çıkarlarına göre oluşturulmuş çarpık kentleşme politikaları depremi felakete dönüştüren temel etkendir. Bu bağlamda yapılması gereken bilimsel ilkelere göre hazırlanmış kentsel ve bölgesel planlama politikalarının bir an önce hayata geçirilmesidir. Bu vesileyle Van halkına ve Van Eczacı Odamız nezdinde eczacılarımıza büyük geçmiş olsun diyor, acılarını paylaştığımızın bilinmesini istiyorum.

Bu süreçte eczacılar ve Türk Eczacıları Birliği olarak biz de üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Depremin merkez üssü olan Erciş’te eczanelerin hizmet verememesi dolayısıyla TEB’e ait “Tır Eczane”mizi bölgeye gönderdik, içindeki ilaçları dayanışma kampanyasına katılan Türkiye’nin dört bir yanından meslektaşlarımız sağladı. Yaraların sarılmasına yapılan bu önemli katkının onuru, birer kılcal damar gibi ülkenin dört bir yanını sarmış ve bulundukları yere tüm sıkıntılarına, tüm zorluklara, tüm değer bilmezliklere rağmen direnen, yaşatmak için yaşama tutunan ve inadına yaşayan, yedi gün 24 saat 81 il, 923 ilçe ve binlerce köye sağlık taşıyan 24.000 kahramana aittir.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Geçtiğimiz yılların değerlendirmesini yaparken makro düzeyde bir bilançoya başlamak gerekiyor: Artık ortak olarak tespit ediyoruz ki, Türkiye’de Sosyal Refah Devleti döneminin herkesçe ulaşılabilir kamusal sağlık hizmeti anlayışından vazgeçilmekte, devletin bir şirket gibi yönetilmesini öngören neoliberal dönemde, sağlık, doğrudan piyasa koşullarına terk edilmektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı hastaları sağlık piyasasında birer müşteriye dönüştürmekte ve sağlıkta tasarruf iddialarına rağmen, sağlık harcamalarındaki artış devam etmektedir. Diğer taraftan da toplam sağlık harcamaları içerisinde ise hastaların doğrudan cepten yaptığı harcamalar da artmaktadır. Cepten harcama oranı yükseldikçe bunu büyük oranda tamamlayıcı sağlık sigortaları ile kompanse etmek söz konusu olacaktır. Böylece sağlık alanında bir “kazanan” aktör daha çok yakın zamanda ortaya çıkacaktır. Kaybedenlerin ise kimler olacağı bugünden bellidir.

Siyasal iktidarın en başarılı politikalarından biri olarak sunulan Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın esas içeriği halk nezdinde de yeni yeni açığa çıkmaktadır. Bunun en son örneği yeşil kart uygulamasının kaldırılmasıdır. Hükümetin 2012 programına göre yeni yılla birlikte aylık geliri 279 TL ve üzerinde olan herkes kademeli olarak prim ödeyerek sağlık hizmetlerinden yararlanabilecektir. Yani artık sağlık bütünüyle paralı hale getirilmektedir. Buradan elde edilecek tasarruf miktarının 4 milyar TL civarında olacağı beklenmektedir. Tercümesi şudur: Seçim dönemlerinde dağıtılan yeşil kartlar, mutlak iktidar sağlanınca geri toplanmaktadır. Buradan hasta hakları açısından olumlu bir tablo beklemek mümkün değildir. Buradan, daha fazla yoksulluk, daha fazla hastalık, insaniyetini kaybetmiş bir toplum çıkar.

Sağlıkta Dönüşüm Programı, aynı zamanda sağlık çalışanlarının çalışma ve yaşam koşullarında büyük tahribatlara yol açmıştır, açmaya da devam etmektedir. Program sağlıkta talep patlaması yaratarak bunu sağlık çalışanlarının sırtına yüklemiş durumdadır. Programın sağlık çalışanları açısından bir başka sonucu, güvencesiz, esnek istihdam ve performansa dayalı ücretlendirmedir. Bu model kendisini taşeronlaştırma uygulamasında göstermektedir. Sözleşmeli çalıştırma biçimlerinin yaygınlaşması ve taşeronlaştırma ile birlikte bugün kamu sağlık kuruluşlarında çalışan taşeron sağlık işçisi sayısının 150 bine yaklaştığı tahmin edilmektedir. Taşeron çalışanlar kamu hizmeti vermekle birlikte ucuz işgücü olarak ve başta sendikal haklar olmak üzere her türlü örgütlenme hakkından yoksun biçimde çalıştırılmaktadır.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Sağlıkta Dönüşümün son halkası ise 2 Kasım’da bir "gece yarısı" kararnamesi olarak yayınlanan Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’dir. Bu KHK ile sağlık alanında yapılması planlanan üstyapısal dönüşüm de tamamlanmış olmaktadır. Söz konusu KHK, önümüzdeki dönemde ilaç ve eczacılık alanı açısından yeni kurumsallaşmalar, yeni pratikler ve yeni mücadele başlıklarına işaret etmektedir.

Herşeyden önce ifade etmek gerekir ki, sağlık ve ilaç hizmetlerinin sunumu ve sağlık çalışanları hakkında köklü değişiklikler içeren KHK, katılımcılıktan ve şeffaflıktan uzak biçimde hazırlanmıştır. Bizlerin, sağlık meslek örgütlerinin sağlık hakkını genişleten hiçbir uygulamaya bugüne kadar itirazı olmamıştır. Bundan sonra da bu tür bir yaklaşım ve sonuç gördüğümüz her türlü proje için yapıcı önerilerde bulunmaktan geri durmayacağız. Ancak sivil ve demokratik anayasa yapımı tartışmalarının kamuoyu gündeminin en tepesinde yer aldığı bir dönemde sivil toplumun en önemli ayağını teşkil eden meslek örgütlerinin kendilerini bu kadar ilgilendiren bir konuda bile dikkate alınmaması, en hafif deyimle, endişe vericidir.

İçeriğe geldiğimizde; Sağlık Bakanlığı’na ilişkin KHK, Türkiye’nin sağlık ve ilaç hizmeti sistemini altüst edecek değişiklikler öngörmektedir. Sağlık çalışanlarının iş güvencesi ortadan kaldırılarak sözleşmeli çalışma esas hale getirilmekte, geniş yetkilere sahip yeni kurul ve kurumlar oluşturularak üyelerinin bütünüyle Sağlık Bakanı tarafından doğrudan atanmasına olanak tanınmakta, karar alma mekanizmalarında konunun tarafı olan sağlık meslek örgütlerinin temsiline yer verilmediği gibi onları işlevsizleştirmeye dönük hükümler bulunmaktadır.

KHK ile kurulması öngörülen Sağlık Meslekleri Kurulu, sağlık meslek örgütlerinin mevcut hukuksal düzenlemelerde yer alan meslekî yeterlilik, meslekî yaptırım ve etik ilkelerin belirlenmesi, uygulanması ve denetlenmesi konusundaki yetkilerini üstlenerek sağlık meslek örgütlerini yok saymakta, Sağlık Bakanlığı tek otorite haline getirilmektedir. Aynı düzenleme ile sağlık meslek mensuplarının eğitim içeriklerinin ve eğitimlerinin belirlenmesi de Sağlık Bakanlığı’na verilmektedir.

Aynı zamanda bizler için son derece kritik olan bir gelişme de; Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun kurulmasıyla ilaç, devletin yetki ve sorumluluğundan çıkarılarak düzenleyici bir üst kurula bırakılmasıdır. Bu kurumsal yapı ile ilaç ve eczacılık arasındaki bağ koparılmaktadır. Zira ilaçla ilgili tüm kararları alma ve hukuksal tüm düzenlemeleri yapma yetkisini İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu’na veren bu hükümde eczacının adı bir kez bile geçmemektedir. Günümüzde kısmen de olsa devlet tarafından denetlenen, ruhsatlandırılan ve fiyatlandırılan ilaç tümüyle bir piyasa metası haline getirilmektedir. Bunun yakın gelecekteki sonuçları; ilaçta fiyatlandırma ve ruhsatlandırma serbestîsi sağlanması, sağlık beyanı adı altında reçeteli ilaçlar da dâhil olmak üzere ilaçta reklamın önünün sonuna kadar açılması, OTC ürünlerinde tüketimin artması olacaktır.

Sağlık Bakanlığı’na İlişkin KHK’nın getirdiği düzenlemeler arasında sağlık alanı açısından üzerinde önemle durulması gereken diğer konuların başında “Kamu Hastaneleri Birlikleri”nin kurulması gelmektedir. Getirilen düzenlemeye göre, 2. ve 3. Basamak sağlık kuruluşları verimlilik adına hastane birlikleri şeklinde ticarî bir işletme olarak örgütlenmektedir. Ayrıca bu düzenleme ile asıl olarak halk sağlığından çok; kalite, verimlilik, performans ve müşteri memnuniyeti gibi piyasaya dönük kıstaslar çerçevesinde hastaneler 5 sınıfa ayrılmakta, dolayısıyla vatandaşlara verilecek hizmet de sınıflandırılmaktadır. Kamu Hastane Birlikleri’nin sürekli hizmet satın alımı yoluna başvurmalarının önünün açılması, sağlıkta özelleştirme ve ticarileşmenin derinleşmesine yol açacaktır.

KHK’nın 6. maddesi ile Sağlık Politikaları Kurulu oluşturulmuş, Türkiye’de sağlık sisteminin yönetimi ve sağlık politikalarının belirlemesi görevi bu kurula verilmiştir. Müsteşar ve müsteşar yardımcıları haricinde 11 üye doğrudan bakan tarafından atanacaktır. Bu unvan altında çalışacak kimselerin sağlıkla ilgili bir alandan gelmiş olmaları zorunluluğu bulunmamaktadır. Sağlık alanının en önemli paydaşlarından biri olan sağlık meslek örgütleri ise, bu kurul içerisinde sağlık politikaları belirlenirken ancak istenildiğinde ve kendi konuları ile ilgili olarak görüşleri alınmak üzere davet edilen yapılar olarak yer alabilmiştir.

KHK’nın 49. maddesi ile Sağlık Serbest Bölgeleri kurulması öngörülmektedir. Serbest sağlık bölgelerinin kurulması demek, Türkiye’yi bir laboratuar haline getirmek demektir. Bu durum halk sağlığı açısından oldukça vahim sonuçlar doğurmaya gebedir. Serbest ticaret bölgelerine benzer biçimde serbest sağlık bölgelerinin kurulması fikri sağlığı bir insan hakkı olmaktan ziyade ticarî bir meta olarak gören zihniyetin ulaştığı boyutları göstermesi açısından üzerinde özenle durulması gereken bir husustur. Bu durum yakın bir dönemde hastane karşısındaki eczanelerin kapanması tehlikesini de beraberinde getirmektedir.

Sonuçta; “verimlilik”, “etkinlik” ve “kalite” söylemi çerçevesinde Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşlarca dikte edilen bu program halkın ve sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak olduğu gibi sağlık alanındaki mevcut eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Alternatifsiz olarak sunulan bu reformlar bir an önce terk edilmeli, sağlık ve sağlık sistemi gereksinimlerini karşılayacak eşitlikçi politikalar hayata geçirilmelidir.

Diğer yandan KHK ile aynı gün çıkan RTÜK Yönetmeliği ile ilaçta reklamın önünü açan düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu’na da KHK ile “piyasaya arz edilen ilaç, tıbbî cihaz ve ürünlerin reklam ve tanıtımının usûl ve esaslarını belirlemek ve uygulamasını denetlemek” görevi verilmiştir.

İlaçta reklâmının tek bir amacı vardır: İlacın tüketimini arttırmak. İlacı doktor ve eczacı gözetiminden ve eczaneden çıkarmak demek, uzun vadede ölümlere varabilecek ciddi halk sağlığı sorunları ve artan ilaç harcamaları demektir. Dolayısıyla ister reçeteli ister reçetesiz olsun, ilacın reklâmının yapılmasına hiçbir biçimde izin verilmemelidir. Biz bununla ilgili, tüm gücümüzü ve irademizi kullanacağız. Büyük Kongremizin de bu yönde bir yaklaşım göstereceğine eminim.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Son 15 günde gündemimiz o kadar değişti ve yoğunlaştı ki; bu Büyük Kongremizin geleceğimiz açısından sağlıklı sonuçlar üretebilmesi için, değişen süreci sizlerle beraber bir kez daha yakından incelemek ve aktarmak durumunda hissediyorum. Bu bağlamda, burada üzerinde durmak istediğim bir diğer konu da 5 Kasım’da yayınlanan “Sağlık Uygulama Tebliği”dir. Bu değişiklikle kamu kurum ıskontolarının yükseltilmesi yoluyla ilacın kamu alım fiyatı düşürüldü ve eşdeğer ilaç bandı daraltılarak % 10’a çekildi. Daha önce % 20,5 ile % 32,5 olan ve ilaç sanayi tarafından karşılanan ıskontolar bu düzenleme ile 7,5 oranında artarak % 28 ve % 41’e ulaştı. Şimdi değerli meslektaşlarım, 6 yıldır biz eczacıların kanayan yarası olan KKİ ve muyane ücreti konusu her yeni bakan, her yeni müsteşar, her yeni genel müdür tarafından dehşetle öğrenilip eczacıya hak verildi. Ama sorun hala masada durmaya devam ediyor, hem de gittikçe daha yakıcı bir biçimde. 3 bakan imza attı sonra uygulamadılar. 3 ay ve 0.74 kuruş diye başladı, 6 yıl oldu
. 1 TL, 3 TL, 8 TL derken 15 tl oldu. Toplamda bazen 80 tl muayene ücreti tahsilatı yapıyoruz. Şimdi adeta enkaz altındaki 24.000 eczacı adına soruyorum: Hala sesimizi duyan yok mu? Sesimizi duyan yok mu?

Değerli Meslektaşlarım,

11 Kasım’da yayımlanan İFK ile, eczacıların ilaç fiyat düşüşlerinden kaynaklı stok zararlarının karşılanması, uzun yıllar süren çabamız sonucunda nihayet Kararname’de yer aldı. Bu konuda çok fazla meslektaşımın emeği söz konusudur. Kendilerini huzurlarınızda tebrik ediyorum.

Ancak firmalar tek tek kendileriyle bir görüşme yapılmadığı için bu kararnameye uymayacaklarını açıklıyor. İlgililere soruyorum: İlaç şirketleri kararnamelere uymama hakkını kendilerinde nasıl buluyorlar? Kararnameye dava açmak başka bir şey ama ona uymamak başka.

Aynı sorun ilaç fiyat farkları için de geçerli. Kamu kurum iskontolarındaki artışı ilaç sanayicilerinin uygulayıp uygulamayacağı belli değil. Hatta uygulamayacaklarını deklare edenler var. Bu durumda, depodan eczacıya eski kki’den ilaç gelecek ama SGK yeni kki’den fatura geri ödemesi yapacak. Sanayi devletle mutabakatı olmadığını, İFK’nın eczacı zararlarını karşılama hükmünün bağlayıcı olmadığını ileri sürüyor. Eczacının kki taşıma zararı zaten her kki artışında büyümüş. Bu evla mı? Eczacı zaten yıllardır senin vereceğin ıskontonun bir kısmını cebinden ödüyor. Bunu bizimle de kimse görüşmedi, kaldırmayı görüştü, imza da attı ama kaldırmadı. Kamu sanayiyle görüşmedi bahanesinin arkasına sığınan ilaç şirketleri için net olarak söylüyorum; bundan sonra olacaklardan biz sorumlu değiliz.

Üçüncü bir konu da şu ki, piyasada bir teamül haline gelmiş olan ticari iskontolar konusunda da eczacının kararlı duruşu dışında verecek bir yanıtı yok. Bu uygulamayı hayata geçirmeye teşebbüs edenler sonuçlarını göze alıyorlardır. Eğer eczacının da aşağıdan bir basınç oluşturmasını, böylece cepheyi genişletmeyi düşünüyorlarsa ilaç sanayicileri bilsinler ki sorun tamamen ilaç şirketlerinin sorunudur. Eczacı emeğinin hakkını, alınterini sanayiye vermez, vermeyecektir. Üstelik sanayi bu noktada bizi karşısına almakla kalmamış, bu sefer devleti de almıştır.

Değerli Meslektaşlarım,

Fiyat düşüşleri devam ettikçe, eczane sınırlaması gündeme gelmedikçe, eczacılara yeni istihdam alanları açılmadıkça, sabit karın yanında yüzdesel kar marjı ve meslek hakkı söz konusu olmadıkça, eczacının geleceğe dair iyimser olmayan bakış açısının değişmesi çok zordur. O nedenle, bu taleplerimiz için hep birlikte daha fazla, örgütsel bütünlüğümüzün altını çize çize yürümek durumundayız. Kooperatiflerimizle, meslek birliğimizle birlikte, sadece öz örgütlülüğümüze dayandığımız ölçüde, öz örgütlülüğümüze ve örgütsel bütünlüğümüze dayandığımız kadar güçlüyüz. Önümüzdeki dönem bu birlikteliğin mayasının ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha göstermek durumundayız.

Değerli Meslektaşlarım, Değerli Konuklar,

Türkiye’de ilacın en büyük alıcısının devlet olması, ilaç hizmetleri zincirinin en önemli halkalarından biri olan eczacıların temsilcisi Eczacı Odaları ve TEB ile devlet arasında zorunlu bir ilişkinin doğmasına neden olmaktadır. Bu ilişkinin en somut görüngüsü ise SGK ile TEB arasında imzalanan Protokol’dür. Eczacılar olarak geçtiğimiz döneme SGK’nın tek taraflı sözleşme feshi ile başlamıştık. Şimdi yeni bir dönem başlıyor: Önümüzdeki dönem, Büyük Kongremizden hemen sonra yeni bir protokol gündeme gelecektir. Eczacıların haklarının daha fazla korunduğu, temel sorunlarımızın çözüldüğü, hasta güvenliği ve ilaca erişim noktasında vazgeçilmez olarak gördüğümüz, yıllarca örgüt olarak ter döktüğümüz, başımızı koyduğumuz sıralı dağıtımın mutlaka yeniden yer aldığı bir protokol bizler için bir zorunluluktur. Eminim burada seçeceğimiz Merkez Heyeti, 32.000 eczacı ve 24.000 eczane adına, eczacı odalarımızla görüş alışverişi içinde, gerektiği gibi bir Protokolü imzalamadan masadan kalkmayacaktır.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Eczacılık alanında yaşadığımız sorunların başında, orta ya da uzun dönemli bir istihdam stratejisi belirlenmediği ve altyapıları tamamlanmadığı halde sürekli olarak yeni eczacılık fakültesi açılması gelmektedir. Bu durum bir yandan eğitimin niteliğini düşürürken diğer yandan buradan mezun olan kişilere yeterli istihdam olanağı sağlanmadığı için serbest eczacılık alanının ciddi biçimde sıkışmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla vakit kaybetmeden yeni eczacılık fakültesi açılmasının önüne geçilmeli ve var olanların kontenjanlarının azaltılması başta olmak üzere eczacılık eğitimini yeniden yapılandıracak politikalar devreye sokulmalı, yeni mezunlara yeni istihdam alanları yaratılmalıdır.

Değerli Meslektaşlarım,

Türkiye’de eczane dağılımı açısından asimetrik bir denge olduğu ortadadır. Bu soruna çözüm olabilecek tek yol, yardımcı eczacı istihdamını da içerecek bir biçimde, eczane açımının belirli ilkelere göre sınırlandırılmasıdır. Bu bağlamda 6197 Sayılı Eczacılık Kanunu söz konusu değişiklikleri içerecek biçimde mesleğin ve toplumun ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmelidir. Çağdaş bir Eczacılık Kanunu her şeyden önce söz konusu düzenlemenin Anayasa’nın “kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını” düzenleyen 135. maddesi ile uyum içerisinde olmasını gerektirir. Söz konusu hüküm meslek örgütlerini sadece bir çıkar grubu olmanın ötesinde kamusal hizmet görme ve kamu adına söz alma işleviyle donatmıştır. Dolayısıyla yeni anayasa tartışmalarının gündemi belirlediği şu günlerde 135. madde düzenlenirken meslek örgütlerinin kamusal nitelikleri güçlendirilmeli, 6197 Sayılı Kanun buna paralel bir içeriğe kavuşturulmalıdır.

Bunun dışında eczacıların ve eczacılık mesleğinin sorunlarına çağdaş gelişmeler ışığında yanıt verebilmek için:
Eczanenin sahibi ve mesul müdürünün eczacı olarak kaldığı,
Özgür eczacı sermayesini korumak amacıyla geri ödeme sistemini sağlam bir yapıya kavuşturan
Eczacılara reçete veya kutu başına hizmet bedeli tanıyan,
Eczane açılmasına nüfus ya da coğrafi dağılım esasına göre sınırlama getiren,
Ciroya göre yardımcı eczacı çalıştırmaya olanak tanıyan,
Eczane eczacıları dışındaki eczacıları da kapsayan; eczacı istihdam alanlarını açık biçimde tanımlayarak serbest eczaneler dışında istihdam kapasitesini artırılmasını sağlayan,
Meslekî bilgilerin yenilenmesi ve geliştirilmesi amacıyla meslek içi eğitimi zorunlu kılan,
Eczanelerde hizmet kalitesini arttırma amaçlı, eczane çalışanlarına iki yıllık eczane teknikerliği eğitimi verilmesi şartı getiren yönetmelik hükümlerini içeren,
Ziraî ürünler ile sağlığa ilişkin diğer tüm ürünlerin eczane dışında satılmasını yasaklayan,

bir kanunun zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Eczacılık alanında var olan sorunların çözüme kavuşturulması yalnızca eczacıların daha üretken, verimli, daha ‘sağlıklı’ koşullarda ilaç ve eczacılık hizmeti üretmesi anlamında değil, aynı zamanda sağlık politikalarının daha doğru bir zemine taşınması ve halk sağlığının korunması anlamına gelmektedir. Bu nedenle sağlık hizmet sunucuları olan eczacıların talepleri salt mesleki faydayı arttıran talepler olmaktan öte, tüm toplumu ilgilendiren talepler olarak görülmeli ve gündeme getirilen sorunların çözümünün, kamu yararı ve halk sağlığı üzerinde olumlu bir etki yaratıp yaratmadığı, yani bir bütün olarak toplumsal faydayı arttırıp arttırmadığı üzerinden değerlendirilmelidir.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

İçinden geçmekte olduğumuz süreç, sağlık meslek örgütlerine yönelik müdahalelerin artacağı işaretlerinin gözle görünür hale geldiği bir evreye tekabül etmektedir. Söz konusu müdahale girişimlerinin yakın dönemdeki iki örneği; 2009 yılı Eylül ayında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından kamuoyuna açıklanan Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları Hakkında Alınacak Tedbirler Raporu diğeri ise biraz önce bahsetmiş olduğum KHK’dir. Sağlık meslek örgütlerini yeniden yapılandırma adımlarının bir başka ayağını ise yeni anayasa çalışmaları oluşturmaktadır. Yeni anayasa tartışmaları bağlamında kimi çevreler tarafından meslek örgütlerinin “kamu kurumu niteliğinde” olma özelliklerinin ortadan kaldırılacağı, yetkilerinin kısıtlanacağı ve meslek örgütlerin siyasal iktidarların doğrudan müdahalelerine açık hale getirileceği izlenimi uyandırmaktadır. Oysaki meslek örgütleri, yalnızca meslekî çıkarların peşinde koşan korporatif örgütlenmeler değil, toplumsal kazanımların savunucusu olarak kamusal hizmet veren ve demokrasinin gelişmesinde temel bir rol üstlenen öznelerdir. Söz konusu işlevlerini gereği gibi sürdürmeleri siyasal iktidardan ve sermayeden bağımsız olmalarını zorunlu kılar.

Vesayet tartışmalarının bütün hızıyla sürdüğü, vesayet rejiminin artık sona ermiş olduğunun dillendirildiği bir süreçte meslek örgütleri üzerindeki devlet vesayetini sürdürecek düzenlemeler büyük bir çelişki oluşturmaktadır. Daha doğrusu devlet vesayetinden şikâyet edip yerine siyasi iktidarların vesayetini ikame etmek çözüm değildir. Sivil toplumun siyasal otorite üzerindeki baskı gücünün zayıflatılarak, meslek örgütlerinin hükümetlere tabi kılınması çabalarından vazgeçilmelidir. Meslek örgütlerinin toplumsal itibarlarını zayıflatacak, dolayısıyla hak arama çabalarının işlevsizleştirecek girişimler demokrasiye ve örgütlenme özgürlüğüne büyük bir darbe vurmak anlamına gelir.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Türk Eczacıları Birliği olarak sizlere son iki yılda gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerden bahsetmek istiyorum. Bu faaliyetler Genel Sekreter sunumunda ayrıntılı olarak anlatılacağı için burada en önemli gördüklerime kısaca değineceğim.

Hepinizin bildiği gibi İTS’ye geçiş sürecinde tam anlamıyla bir kargaşa yaşanmış; eczacıların ve ilaç firmalarının herhangi bir hazırlığı olmadan bu sisteme geçilmişti. İlaç tedarik sürecinin 3 ayağından birini oluşturan ecza depoları ise sisteme alınmamıştı. TEB olarak en başından beri İTS ile ilgili 7 şartımızdan biri ecza depolarının İTS’nin içinde olması idi. Hükümetin 2012 programına göre Aralık ayı sonu itibariyle İTS’nin 2. fazı kapsamında ecza depoları da sisteme dâhil edilecek ve ilaç tedarik ayağı İTS içerisinde bütünlük kazanacaktır.

İlaç fiyat düşüşleri ve KKİ artışı nedeniyle ortaya çıkan stok zararlarının telafisi, bu çerçevede beşeri ilaçların fiyatlandırılması ile ilgili yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi İTS ile ilgili son şartımızdı. Bu da az önce bahsettiğim gibi 10 Kasım İFK’sı ile sağlanmış oldu.

Bundan önce de stok düzeltme hakkımız ile ilgili olarak 25 Şubat tarihli Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması Kanunu çerçevesinde 30 Haziran tarihine kadar İTS’ye bildirimde bulunmuş olsun ya da olmasın tüm meslektaşlarımızın stok zararlarının af kapsamına girmesini sağladık.

Bütün bunların yanı sıra Merkez Heyeti Üyelerinin yanı sıra bazı Oda Başkan ve Yöneticilerimizin katılımıyla, ilaç firmalarının ve ilaç dağıtım depolarının ilaç alım koşullarına dair değişikliklerle ilgili İlaçta Durum Komisyonu’nu oluşturduk. Komisyon üyelerinin özverili çabaları ve eczacı odalarının yoğun desteği ile yürütülmekte olan çalışmalar, ilaç sanayi nezdinde geniş etki yaratmış; Servier Firması’ndan başlamak üzere 12 ilaç firmasıyla yapılan görüşmelerde başarıya ulaşmıştık. 2010 yılından itibaren ilaç alım koşullarını tekrar gündemimize koyduk. İlaç firmalarının, İTS’ye bildirimde bulunmuş olsun ya da olmasın tüm meslektaşlarımızın stok zararlarının karşılanması ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeleri için bir an önce gerekli işlemleri yapmaları yönünde ısrarlı çabamızı sürdürüyoruz. Bugün de Komisyonumuz, ilaç şirketlerinin KKİ’lerin artmasının ardından ticari iskontoları geri çekmeye başlaması ile igili olarak yaptıkları çalışmayı Büyük Kongremize sunacaktır. Bu konunun burada gerektiği gibi tartışılabileceğini umuyorum, burada göstereceğimiz ortak irade, ilaç firmalarının göz diktiği ticari iskontolarımızı kaybetmemek için önemli bir başlangıç olacaktır.

Değerli Meslektaşlarım,

Geçtiğimiz dönemde ilaç şirketleri ticarî ıskontolar, vadeler ve ilaç alım koşulları konularında yaşanan sıkıntılar nedeniyle sistem içi olarak kullanmaya başladığımız İlaç İzleme Portalı’nı kurduk. Şimdi bu sistemi tüm eczacılarımızı kapsayacak biçimde yaygınlaştırılmasını sağlamak istiyoruz. Eczacı kooperatiflerimizle ortak olarak başladığımız bu çalışma, eczacılarımızın ilaç alım koşulları konusunda bir karşılaştırma yapmasına imkan verecek.

Geçtiğimiz dönemde eczacılarımızın hizmetine sunduğumuz bir başka program ise sağlık hizmeti sunum kalitesini artırmak, toplum sağlığını korumak ve aynı zamanda kamusal kaynakların doğru kullanımını sağlamak amacıyla geliştirdiğimiz TEBEOS ve TEBRP Programları oldu. Meslektaşlarımızın katkıları ile hızla gelişen, kullanıcı sayımızın her geçen gün artan bu programlar eczacıların yanı sıra tüm sağlık meslek mensupları adına birleştirici bir rol oynadı. TEBRP Programının, Aile Hekimlerine ulaştırılmak üzere, Türkiye genelinde tüm Aile Sağlığı ve Toplum Sağlığı Merkezlerine dağıtım işlemleri tamamlandı.

Her zaman ifade ettiğimiz gibi sağlık, sadece tasarruf amacıyla hareket edilemeyecek bir alandır. Akılcı ilaç kullanımının yaygınlaştırılması dışında, ilaçta ve sağlıkta yapılan tasarruflar günü kurtarmaya çalışmanın ötesinde sürdürülebilir değildir. Kamunun ilaç harcamalarında sürdürmüş olduğu tasarruf politikası, farmakoekonomik temelde ve akılcı ilaç kullanımı ilkeleri çerçevesinde şekillendirilmelidir. Bu nedenle akılcı ilaç kullanımı yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda sağlık politikalarına ilişkin stratejik bir tavırdır. Bu nedenle, bizim ekonomik kayıpları önlemede öncelikli görevlerimizden bir tanesi, eczacının eczanesinde yarattığı katma değeri artırmaktır. Bunun da öncelikli yolu, hasta tedavisi ve güvenliği konusunda eczacının rolünü ortaya koymaktır. Bu rolü genişletmek, geliştirmek içinse birincil stratejimiz eczacının eğitimini sürekli hale getirmek olmak durumundadır.

Eczacının sürekli mesleki gelişimi için kurduğumuz Eczacılık Akademimiz her gün daha fazla sayıda eczacıya ulaşarak yoluna devam ediyor. Eczacı odalarımız bu eğitimlerden mutlaka ve sürekli olarak daha etkin bir biçimde yararlanma konusunda istekli olmalıdır.

Sürekli mesleki gelişim hedeflerimiz doğrultusunda eczacılarımızın meslekî yeterliliklerinin ve kişisel kapasitelerinin geliştirilmesi, yetkin oldukları alanlarda bilimsel bilgiye dayalı hizmetleri en doğru, etkin ve verimli biçimde sunmalarına katkı sunmak amacı ile TEB-E-ON, Eczacılar İçin Online Eğitim Platformu ve uzaktan eğitim modüllerini de geçtiğimiz dönemde devreye soktuk. Eğitimi eczacının ayağına getirdik, şimdi bunun hayatının vazgeçilmez bir parçası olabilmesi için hep beraber çaba harcamalıyız ki, eczacı da vazgeçilmez olabilsin.

Değerli Meslektaşlarım,

Muvazaa konusundaki ortak başarımız, geçtiğimiz dönemde anılması gereken önemli konulardan bir tanesidir diye düşünüyoruz. Bu başarıyı sistematik ve kalıcı hale getirmek için hepimizin eskisinden daha fazla çaba göstereceğine de inancımız tam. Aynı biçimde Aktarlar Genelgesi ile sağlık ürünlerinin ve bitkisel ürünlerin kontrolsüz biçimde satılmasının yasaklanması da önemli bir başlangıç sayılmalı. Bitkisel ürünlerin eczane satışının düzenlenmesine ilişkin olarak da çabalarımıza önümüzdeki dönemde devam etmeliyiz.

Belirtmeden geçemeyeceğim: Mesleğimizin gelişim seyrindeki yenilikleri masaya yatırmak, değişimleri bütüncül bir perspektifle kavramak ve geleceğimizi tartışmak için 30 Eylül-3 Ekim 2010 tarihleri arasında oldukça yoğun bir katılımla 10. Türkiye Eczacılık Kongresi’ni gerçekleştirmiş olmanın haklı gururunu yaşadık. Kongreye emeği geçen ve katılan herkese de buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Gerçekten önümüzdeki on yılın tartışmalarını özetleyecek bir ansiklopedik bilgi yarattılar.

Değerli Konuklar, Değerli Meslektaşlarım,

Sizlere önümüzdeki dönemde hayata geçirmek istediğimiz bir çalışmadan söz etmek istiyorum: Eczacı Emekliliği. Meslektaşlarımızın geleceğini garanti altına alacak/geleceğinin sigortası olacak, yarınlara kaygıyla değil umutla bakmamızı sağlayacak olan Eczacı Emeklilik Sistemini gerçekleştirmek için çalışmalara başlamış bulunuyoruz. Bu anlamda uzun yıllardır meslektaşlarımızın Yardımlaşma Sandığı’na ödediği aidatların gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi ve bunun bir emeklilik projesine dönüştürülmesi ve Yardımlaşma Sandığı yeniden yapılandırılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Sigorta Denetleme Kurulu ile görüşmeler yaptık, şimdi bu çalışmayı yürütmek üzere bir aktüer ile anlaşmış durumdayız. Bu çalışma ete kemiğe bürününce hep beraber nasıl bir sistemi hayata geçireceğimize karar vereceğiz. Bu bir vaad değil, olması gerekenin nihayet gerçekleşmesi yönünde atılmış mütevazi bir adımdır. Eczacının emeklilik hakkını sağlamayı boynumuzun borcu olarak görüyoruz.

Değerli Meslektaşlarım,

Mesleğimize yönelik tehditler karşısında tek çıkar yolumuz; yan yana durmak, mesleki dayanışmayı güçlendirmek ve mesleğin çıkarları için birlikte hareket edebilmektir. Bunu gerçekleştirmenin yolu, örgüt bilincinden, yani meslek örgütlerimiz olan Eczacı Odalarımıza ve TEB’e sahip çıkmaktan geçiyor. Herkesin, her ortamda övgüyle bahsettiği birlikteliğimizi önümüzdeki süreçte de aynı kararlılıkla sürdürmeliyiz. Bizler kendi stratejik yol haritamız çerçevesinde örgütlü gücümüzü arkamıza alarak eczacılık mesleğini yarınlara taşımalıyız. Bu kadar kritik bir süreçte Eczacı Odalarının tek başlarına ortaya koyacakları mücadele, mesleğimizi tehdit eden uygulamaları ortadan kaldırmaz, sadece erteler. Bu süreçte mücadeleyi iki alanda sürdürmek zorundayız. Bir yandan mesleğimize yönelik yeni saldırılara engel olurken, diğer yandan ekonomik mücadelemizi devam ettirmeliyiz.

Bu bağlamda önümüzdeki dönemde, mesleğimizi yakından ilgilendiren sorunlar karşısında eczacı odalarımızın TEB’in yönlendiriciliğinde hareket etmeye ihtiyacı vardır. Sorunların ve onlara yönelik çözümlerin çok daha büyük boyutlara ulaştığı, bir anlamda lokallikten çıkarak globalleştiği bir dönemeçte merkezî yapıların, üst/çatı örgütlenmelerin öne çıkması kaçınılmaz bir hale gelmektedir. Bu bağlamda Eczacı Odalarımıza düşen görev; içinden geçtiğimiz zor zamanlardan çıkış için TEB’in öncülüğünde yeni bir konsept belirlemek, yeni stratejiler geliştirmek ve eczacıların önüne yeni bir yol haritası koyabilmektir.

Sevgili Meslektaşlarım,

Mesleki mücadelemizi sürdürürken, mesleğimizin geleceğini ve meslek örgütümüzün geleceğini şekillendirirken vizyonumuz; evrensel değerler bağlamında insanlığın temel birikimlerini içermelidir. Bunlar demokrasi, bireysel ve kamusal özgürlükler, yurttaşlık hakları, ötekiye saygı, eşitlik, sosyal dayanışma ve ekonomik adalet, barış ve çağdaşlıktır.

Gün sorunlar karşısında sinmek, geri çekilmek ve sürekli yakınmak değil sorunun bağrında çözümü de taşıdığının bilincinde olarak hareket etme günüdür.

Gün sağlıklı bir geleceğe giden yolları hep beraber açma günüdür.

Umut gelen gündedir. Umut insandadır. Umut dayanışmadadır.

Şeffaflığın, katılımcılığın ve çoğulculuğun en önemli örneklerinden birinin ortaya koyulduğu, demokrasinin hayat bulduğu Büyük Kongremiz’in birlikte olmaktan, paylaşmadan ve dayanışmadan aldığı güçle ülkemiz, mesleğimiz ve meslektaşlarımız için aydınlık bir geleceğe kapı aralaması dileğiyle sizleri sevgi, saygı ve şükranla selamlıyorum.